Hız ve reklam birbirine benzemeyen ikiz gibiler. Yani hız artınca kalitesi düşmüş oluyor. Hız yavaşlayınca kalite yükseliyor. Ancak ne güzel demiş şair Gülten Akın;
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Biz de bugün artık hızlıyız. Mikrodalga fırın çıktı mertlik bozuldu diyorum. Çünkü hiçbir şeyin yavaş olmasına sabrı olmayan insanlar olarak yaşamaya başladık. İyi de bunun etkileri ne olabilir ki? Hız kötü bir şey mi ki? Ne güzel işte istediğimiz ihtiyaç/faydaya hızlı bir şekilde ulaşıyoruz. Biraz irdeleyecek olursak, hızlı pişen bir etin içi ne yazık ki tam istediğimiz kıvamda pişmez. Az pişmiş yemek istesek dahi dışı kül olmuş bir et ile karşılaşırız. Hızlı giden atın şeyi de seyrek olur sözü var mesala. Ya da en ağırı acele eden ecele gider var. Yine de acele edişimiz acaba bir şeylere yetişme çabamızdan mı? Nedir insanın insana hadi hızlı olalım durumu? Bunun aksine yurtdışında Slow Life akımlarının başladığını söyleyebilirim. Yani insanlar tüm eşyalarından bir bilemedin iki adet alıyorlar. Evler de Less is more mantığında döşeniyor. Yani eşya ile doldurma gerekli olanlarla doldur. Boşluk oluştur ve az ile daha fazlasını elde et. Çok fazla ayakkabımın olması bir şey ifade etmiyor. Çünkü en fazla 3 tanesini çok sıklıkla giyinebiliyorum. Yani acele etmemize gerek var mı? Ya da nasıl daha hızlı olabiliriz? Ya da hızlı olmak için ne gerekiyor?
ŞİMDİ SEN BİZE BUNLARI NİYE ANLATIYORSUN?
İş yapış usûlleri de yeni normal ile birlikte değişmeye başladı. Yani kalitesini artıranların kazanacağı bir döneme girdik. Hızlıca her şeye saldıranların değil, akıllı savaşçıların dönemine hoşbulduk. Bununla ilgili bir anımı anlatmak istiyorum: İlkokul’a yeni başladığımda kalabalık bir Erzincan okulundaydım. Öğretmenimiz bir gün dikkat etti ki her birimizin kurşun kalemleri oldukça körelmiş. Sanıyorum tüm öğrencilere bir jest yapıp ders vaktinden ayırarak büyük otomatik bir kalemtraşı kendi masasına bağlayıp herkesin kalemlerini getirmesini istedi. Niyeti tüm kalemleri açmaktı. Birden bire öğretmenin başı o kadar öğrenci ile dolmaya başladı ki. Her biri “ben, ben ben” diye bağırıyor. Herkesin elinde kalemler havada. Ben de baktım ki bu kadar kalabalıkta bana sıra gelmesi imkansız. E nasılsa öğretmen herkesin kalemlerini de açmak durumunda. Ben de gittim sırama oturdum. Yani koskoca sınıfı hayal edin bir tek ben sırada oturuyorum. Hepsi öğretmenin başında. Sonra öğretmen kafasını kaldırdı ve bana baktı. Göz göze geldik. Bir yandan kalemleri açıp herkesi yerine gönderirken bir yandan da bana bakıyordu. En son öğrenciden sonra ben yerimden kalkarak masasına gittim ve kalemimi uzattım. Öğretmenim kalemimi açar mısınız? Çok teşekkür ederim dedim. Kalbi duygularla söylemiştim çünkü kalem tıraşım yoktu ve Erzincan’da alelade bir okulda hayata başlamıştım. Öğretmen kalemi açıp beni yerime gönderdi. Yani kısacası diyeceğim şu ki; hem öğretmenin dikkatini çekmeyi başarmıştım, hem onu özel hissettirmiştim. Hem de diğer öğrenciler gibi 1 saat boyunca ayakta kalıp enerjimi harcamamış sıramda kitap okumuştum. İspanyollar buna yavaş yavaş acele ediniz (festina lente) diyor. Yani bir sınıfta olabilecekleri tamamen algılamayı başarırsanız acele etmenizi gerektiren bir durumun da olmadığını bilirsiniz. O günden bugüne de ne zaman bu sakinliğimi koruduysam hep hayatın bana başarı getirdiğini, ne zaman acele edip panik yapıp ‘ben, ben, ben’ diye bağırdıysam beni duvara çarpıp geri gönderdiğini gözlemledim. Yani aslında zaman inanılmaz kalın bir duvar ve çok acele edenler buna çarpıp geri düşüyor. Bunun için de hızlı düşün, yavaş hareket et diyorum.
TAMAM DA BUNUN REKLAM İLE NE ALAKASI VAR?
Öyle bir alakası var ki. Hadi gelin bir bakalım. Bir iş yapıyoruz. Hemen yapın getirin deniliyor. Şayet siz zamanında yavaş yavaş antrenmanlarınızı yapmamış. Yavaş yavaş iş kalitenizi güzel bir hale getirmemişseniz hızlı bir şekilde yapamıyorsunuz. Yani hem insan değerleri, hem sisteminiz, hem de yönetim biçiminizde eksikleri yavaş yavaş kapatmışsanız bir Ferrari hızına çıkabiliyorsunuz. Yani asfaltta hızlı gittiğinizin dahi farkına varmıyorsunuz. Dışarıdan görenler sizi hızlı bulurken siz aslında yavaş hareket ettiğinizi hissediyorsunuz. Çünkü donanımınızı bu hale getirdikten sonra belli hızlara çıkmanız sizi zorlamıyor. Geçtiğimiz günlerde büyük bir marka bizden iş istedi. Ancak 3 gün verdi. Normalde bu 3 günde işin yetişmesi imkansızdı. Ancak geçmişte yapmış olduğunuz mesleki yatırımlar, ofis yatırımları, şirketinizin idari yapısı buna hazırsa 3 günde işin yetişmiş ve işi kapmış olduğunuzu görmüş olursunuz. Yani geçmişte attığınız küçük adımlar, bugünün büyük adımlarıdır. Haliyle siz bugün hangi ufak yaramaz problemi çözdünüz ona bakın. Yarın bunların hepsi sizi karşılamış olacak. Ben tecrübe ettim. Hadi başka bir örnek daha vereyim. Arçelik bugünkü logosunu dünyaca ünlü grafik sanatçısı Ivan Chermayeff tasarladı. O dönem unutmuyorum çok büyük bir rakama yaptı ve birçok Türk ajansı logotype’i çok basit buldu. 20 dakikada yapılabileceğini iddia edenler oldu. Bu eleştirileri kendisine yöneltilince de Chermayeff yapıştırdı cevabı: “Bu iş için 35 yıl artı 15 dakikamı ayırdım.” Bugün dahi çok beğenirim çalışmayı. Çünkü o döneme göre oldukça basit olan logo bugüne dahi hitap edebiliyor. Yani insanlar ve yapılar sadeleşeceğini o günlerden görmüştü Ivan. Hatta bugün araba logolarına bakın bu sadeleşmeye başladılar bile. Kendisini bir kere daha tebriklerimle anmak istiyorum. Neyse konumuz hız ve kalite idi. Demek ki, çok hızlı olmak istiyorsanız geçmişinizde bedeller ödeyerek yapmanız gereken her şeyi iyi yapmanız gerekiyor. Hem entelektüel açıdan hem teknik açıdan hem de vizyonerlik bakımından bunu görmek gerekiyor. İşin olması gerekeni de bu zaten.
İster inanın, ister inanmayın 🙂